emreiseri

Wednesday, November 26, 2008


KRİZ BİR SONUÇTUR!


Dünya ekonomisi son 2,5 yıldır yaklaşan büyük bir krizin sinyalini veriyordu. Ekonomistler uyarıyordu. Yaklaşan krizin ayak sesleri, önümüzde 1929 krizinden daha büyük bir kriz olduğunu gösteriyordu. Kriz o kadar büyük olacaktı ki, bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Bugün artık biliyoruz ve kesinlikle eminiz: Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.
Dünyada küreselleşme her zaman vardı. Biz onu sadece son on küsur yıl ile ilgili zannetsek de, küreselleşme daima tarihe eşlik etti. Küreselleşmenin her atağı bir kriz ile noktalandı. Dünya krizlerden sonra dinlendi ve yeniden küreselleşti. Çünkü insanın doğası küreselleşmeyi getirdi. Bu nedenle küreselleşmeye karşı veya taraf olmanın erdemli veya erdemsiz olmakla bir ilgisi hiçbir zaman olmadı. Tıpkı gece olmasına karşı çıkmanın veya sabah olmasına muhalefet etmenin bir anlam taşımadığı gibi.
Her Şey Küreselleşme İle Başlar…
Krizi anlamak için küreselleşmenin ne olduğunu bilmek zorundayız. Küreselleşmeyi tarif etmek için öncelikle onu teşhis etmemize yarayacak özelliklerinden başlayalım. Küreselleşme olduğunda kapitalizm “ulusötesi” bir kimliğe bürünür. Yani çokuluslu şirketlerin üretim ve karları dünya yüzeyinde genişler. Şirketler ulusal tercihlere göre değil, daha fazla kar hedefine göre hareket ederler. Bu durum finansal piyasalar arasındaki sınırları ortadan kaldırır.
Örneğin gümrük birliği gelişir. Sürecin doğal devamı, uluslararası finans dalgalanmalarının herkesi etkilemesi şeklindedir. Bir ülkedeki finans sorunu, coğrafi olarak ondan çok uzaktaki başka bir ülkeyi yerle bir edebilir. Dolayısıyla ulusal politikalar piyasalara bağımlı hale gelir. Başkentler karar alırken, adım atarken piyasaların vereceği tepkiyi dikkate almak zorunda kalır.
Piyasalarda ani artış ve düşüş hareketleri görülür. Piyasalar siyasi ve iktisadi zeminde esas karar alıcı konuma gelir. Bu durum insanın yanılabildiğini, devletin hata yapabileceğini ve hatta tanrının yanlış yapabileceğini düşünen toplumların; sermayenin asla yanılmayacağı ve daha doğrusu piyasanın her yapacağı şeyin doğru olduğuna yönelik sabit fikrinden kaynaklanır. Böyle dönemlerde teknoloji gelişir, emeğin ve insanın sistem üzerindeki etkisi azalır. Ekonominin ve ticaretin en önemli gideri olan enerjinin kıymeti artar. Dolayısıyla enerji kaynakları, iletimi ve dağıtımı üzerinde müthiş bir mücadele başlar.
Her Şey Küreselleşme İle Biter…
Bu noktaya kadar hemen her şey yolundadır. Ticaretin ve para hareketlerinin sınırları aşması bolluk getirmiştir. Fakat bu bolluğun alternatif maliyeti giderek büyür. Burada alternatif maliyete bakıldığında birden çok ve her biri birbirinden tehlikeli kalemlerden meydana geldiği görülür.
Örneğin ulusal sınırların geçirgenliğinin artması, bazı ulusların diğer uluslar üzerinde yaşamın her sahasında tahakküm kurması sonucunu doğurur. Şirketlerin stratejilerinde sadece kar esas olduğu ve sosyal-ulusal sorumluluklar göz ardı edildiği için, toplum içinde gelir dağılımı dengesi hızla bozulur. Kültürler birbirine benzeşmeye yönelir, popüler kültür süratle üniformal kimlikler doğurur. Bireyler giderek daha fazla milli veyahut mahalli kimliklerine yabancılaşır ve hazzın mutlak anlamda iyi olduğuna, insan eylemlerinin nihai anlamda haz sağlayacak bir biçimde planlanması gerektiğine, sürekli haz verene yönelmenin en uygun davranış biçimi olduğuna inanmaya başlar. Buna “klonizasyon” da diyebiliriz.
Ekonomilerin kuvvetini temin eden ticaretin gücü, daha fazla üretmeyi sağlayan tüketimden geçtiği için birey, “vatandaş” olmaktan uzaklaşır ve “tüketici” seviyesine iner. Küreselleşmenin ahlakı havadan suya, genden acil sağlık hizmetine kadar mümkün olan her şeyi ticari bir meta olarak kabul eder ve karın söz konusu olduğu yerde asla hiçbir biçimde olası yan etkileri önemsemez. Küreselleşmede çoğunluğun, yurttaşın ve toplumun ne istediği değil, piyasaların neyi tercih ettiği önemsenir.
Devletler neredeyse bütün diğer devletler ile “karşılıklı bağımlılık” ilişkisi içinde dejenere olur ve sistemleri piyasalar yönetmeye başlar. Bir süre sonra tüketim-üretim dengesi kırılır. Toplum tüketmekte ve sistem tüketilmesi için mal ve hizmet üretmekte zorlanmaya başlar. Bu durum pazar rekabetinin sertleşmesi sonucunu doğurur. Ayrıca enerjinin değerinin artması, onun için verilecek mücadelenin en sert biçimde gelişmesi sonucunu doğurur.
Bütün bu sürece ekonomik kaygıların körüklediği dini ve milli çatışmalar eşlik eder. Çünkü ekonomik varlığın tehdit altına girmesi, toplumların ve devletlerin kolektif hafızasındaki beka kaygısını tetikler. O nedenle tarihi travmalar yeniden canlanır. Her toplum diğerini ötekileştirir. Sermayenin paylaşımındaki zorluklar sonucu uluslar ve toplum “tüketimde ve sermayede daha fazla pay için” çözülmeye başlar. Küreselleşmenin her şeyi daha iyiye götürdüğü yönünde pompalanan romantizme eklemlenen travmalar, ortaya koyu bir taassup koyar. Bu taassup, daima yapılan hataların görülmesini önler.
Bir süre sonra paylaşacak pazar, hâkim olacak kaynak ve tüketilmesi için üretilecek mal ve hizmetlerin finansmanı için gereken para kıtlaşmaya başlayınca, geride kalan her şeye egemen olmak için savaşlar başlar. Çünkü savaş ile ağır sanayi canlanır. Ağır sanayiden gelen para ile diğer sektörler yeniden canlanır.
Küreselleşme İyi veya Kötü Değildir…
Küreselleşmeyi en doğru biçimde yorumlamak için “internet” üzerine düşünmek yararlı olabilir. İnternet iyi midir veya kötü müdür? Elbette buna cevap vermek için internetin iyi bir amaca mı, yoksa kötü bir amaca mı yönelik kullanıldığı önemlidir. İnsanın internet ile mutlu ve mutsuz olması, zengin ve fakir olması mümkündür. Buna yön veren insan faktörüdür. O nedenle esas sorulması gereken interneti kullanan insanın iyi veya kötü olduğudur. Tıpkı küreselleşmede olduğu gibi…
İslam öncesi Arap dünyası, Hristiyanlığın öncesinde Roma coğrafyası, kolonizasyon süreci ve din savaşları öncesinde Avrupa, Haçlı seferleri öncesinde Avrupa ve Orta Doğu, Birinci ve İkinci dünya savaşları öncesinde Avrupa ve şimdiki durum… Bunlar birçok noktada birbiri ile benzeşen süreçler. Küreselleşmenin her bir atağı, yeni dinler doğurdu. Ayrıca milliyetçilik, sosyalizm, liberalizm gibi kavramları yarattı. Küreselleşme her defasında bir dinin veya din yerine konulmaya talip kavramların emperyalizmini de beraberinde getirdi.
Almanya göçmeni Yahudi profesör Theodore Levitt (1925-2006) Harvard Business School’da 1983’te “Pazarların Küreselleşmesi” başlıklı makalesini Harvard Business Review’da yayınlayıncaya kadar bunların küreselleşme olduğunu bilmiyorduk. Bu kavram ilk defa 90’larda ünlü olsa da, daha 1932 yılında Karl Jaspers teknik ve ekonomik sorunların bütün planeti ilgilendirecek biçimde geliştiğinin haberini vermişti.
Krizin Öncesi…
Dünya ekonomisi 1948’den 2004’e kadar 27 kat büyüdü. Aynı dönemde dünya üretimi sekiz kat arttı. Dünyadaki yabancı yatırımlar 1970’ten 2005’e kadar 13 milyar Dolar’dan 900 milyar Dolar’a çıktı. Bugünkü miktar 1.400 milyar Dolar seviyesinde. Dünyadaki toplam ticaret hacmi 1980’de 2.4 trilyon Dolar iken 2004’e 11.7 trilyon Dolar’a çıktı. 2004’te dünyadaki bütün malların toplam değeri 8.900 milyar Dolar’dı ve hizmetlerin toplamı da 2.200 milyar Dolar değerindeydi. Dünyadaki toplam ekonomik değerinin ise sadece sekizde birinin gerçek para karşılığı vardı.
Ayrıca 1990 yılında dünyadaki borç yükü, toplam gelirin üçte biri iken, bu durum 2007’de tersine döndü. Artık dünyadaki borç yükü, toplam gelirin üç katı. Bundan başka içinde bulunduğumuz krizin de gerekçesi olan tutsat kapsamında dünyada 6.5 trilyon Dolar borç üretildi ve borç üzerinden 65 trilyon Dolar borçlanma yapıldı. Bugün dünya ekonomisinin üçte ikisine çokuluslu şirketler sahip. Dünya ticaretinin üçte biri ise şirketler ile onların yan şirketleri arasında gerçekleşiyor.
1950’den bu yana hava taşımacılığı yüz kattan fazla arttığı gibi, sadece 2004’te günde 5.1 milyon kişi uçakla yolculuk yaptı. 6.76 milyar ton yük deniz yolu ile 4.000 milden uzak noktalara nakledildi. 2003 verilerine göre hava yolu ile sınır aşan 20 milyon ton yük taşındı. 1990’da 120 milyon kişinin bilgisayarı vardı. 2003’te 650 milyon kişi bilgisayar sahibiydi.
Her şey daha fazla kar içindi. Üretimin ve ticaretin çevre ve insan üzerindeki baskısı kar kadar önemli değildi. Bu dönemde ortaya bir yaklaşım konuldu ve küreselleşmenin getirdiği sorunların yine küreselleşme ile çözülebileceği öne sürüldü. “Küresel yönetim” (global governance), “dünya iç politikası”, “dünya hükümeti”, “küresel düzen”, “küresel yapı politikası” gibi kavramlar türetildi. Ama bunların hiçbiri küreselleşmenin evladı olan “kültür çatışması”, “medeniyetler çatışması” gibi sorunlara cevap üretemedi.
Üretemezdi, çünkü bunlar zaten küreselleşmenin ete ve kemiğe bürünmüş halleriydi. Onlar küreselleşmenin lokomotifi idi. Dünya kaynaklarının %80’inin zengin %20’si tarafından tüketildiği şartlarda buna da şaşmamak gerekir. ABD’den bir örnek vermek gerekirse, ABD ekonomisi 1973–1995 döneminde %39 büyüdü. Bununla birlikte üst düzey yönetici olmayan %80’lik kesimin reel geliri %14 azaldı. 1980–2000 döneminde yeryüzündeki 48 ülkede eşitsizlik tırmandı.1960’ta dünyada en alttaki %20 dünya gelirinin %2,3’üne sahipti. En üstteki %20 ise %70,2’yi kontrol ediyordu. Bu durum 1989’da %1,4 ve %82,7 oldu. 1997’de ise %1,2 ve %89 idi. ABD, Japonya ve Almanya bugün dünya nüfusunun %8’ine ve dünya ekonomisinin %49’una sahip.
Bu rakamlardan hareketle, aslında küreselleşme diye tarif edilen meselenin gerçekte, bir grup zengin ve güçlü adam ile onların yönettiği piyasaların hükmettiği yönetimlerin, görece güçsüzleri soyması olduğu söylenebilir. Küreselleşme atakları bu şekilde yaşanırken, atağın sonunu getiren savaşlar ile en güçlülerin ayakta kalma mücadelesidir. Fakat yine de mesele dünyadaki her bir bireyi ilgilendiriyor. Çünkü karşılıklı bağımlılık, her ülkeyi ve her bireyi doğrudan tehdit ediyor.
Kriz Krizi Doğurur …
Dünya tarihinde zenginlikler küreselleşme ile oldu. Küreselleşmeler krizlerle sonlandı ve küreselleşmenin başında ve sonunda savaşlar yaşandı. 1634-1637 Hollanda, 1696, 1711-1720, 1790-1797 Fransa, 1799 Almanya, 1815, 1825 İngiltere, 1837 ABD ve İngiltere ve 1847 İngiltere, 1882’de Fransa, 1914-1923 Almanya, bunun için iyi birer örnek. Ayrıca 1857’den yaşanan ilk küresel kriz, sonrasında 1873’teki ikincisi, 1929’daki üçüncüsü, 1973’teki dördüncüsü ve 1979’da beşincisi yaşandı.
Her defasında dünya barışı yeniden tehlikeye girdi ve savaşlar ile yeni krizler yaşandı. 1991’de Doğu Bloku’nun yıkılmasının ardından yaşanan, bir bakıma yakın tarih denilmeye uygun döneme bakıldığında ise durum şöyle;
1987’de ABD’de Dow Jones Krizi yaşandı. 1991’de Japonya’da kriz başladı. Tıpkı bugün dünyada yaşandığı gibi, Japonya’da da taşınmaz pazarında büyüyen balon ekonomisi, 1997’deki Asya Krizi, 1998’deki Rusya Krizi, 2000’deki ABD ve Avrupa borsalarındaki Dotcom Krizi ve bu krizlere bağlı gelişen Arjantin ve Türkiye krizleri ile benzerleri, 2001’de 11 Eylül’ün ardından DAX’da yaşanan sert düşüş bugünkü krizin kilometre taşlarıydı. Yani 6 Ekim 2008’de ABD de patlayan kriz, uzun bir sürecin sabit, somut ve olağan bir sonucuydu.
Çünkü yakın tarihte her kriz küreselleşme baskısı ile daha fazla kar için, daha büyük risk üstlenerek, tırmanan siyasi ve iktisadi gerilimlerin eşliğinde yükseldi.
Bugünkü Kriz; En Büyük Kriz
Bugünkü krizi eğer dindar bir kimse iseniz, tanrının açgözlülüğe, kural tanımazlığa, kibre ve hedonizme verdiği bir ceza olarak görebilirsiniz. Eğer dindar değilseniz, insanın yarattığı canavarın insanı yemesi olarak değerlendirebilirsiniz. İnsan zaaflarının elinde oyuncak oldu ve o zaaflar şimdi insanı dövüyor.
Literatürde 2007/2008 Krizi olarak geçen bu olgu, 2007’de yaz başında ABD’deki bankaların ve finans çevrelerinin açmaza girmesi ile başladı. ABD’de önce taşınmaz fiyatları tırmandı. Taşınmazlar gerçek değerinin çok üzerine çıktı. Taşınmazlarını kredi ile alan tüketiciler, borçlarını ödeyemediler. Artan faizler ve düşen reel gelir, sistemi bloke etti.
Tüketicilerden alacakları parayı diğer finans kurumlarının değerli kâğıtlarına yatıran bankalar zora girdi. Ayrıca bu yatırım üzerinden yeni yatırımlar yapan finans kurumları, sigorta şirketleri ve diğer yatırımcılar da “gerçek para yerine sadece kâğıtların dolaştığı” bir ortamda, ödeme zorluğu yaşamaya başladılar. Olmayan para üzerinden kazanılan ve gerçekte olmayan kazançlar ile olmayan borçlar üzerinden yapılan ve gerçekte olmayan borçlanmalar, sistemi çökertti.
Eylül 2008’de yapılan tahminlere göre sistemin zararı 1,3 trilyon Dolar’dı. Bu acıklı hikâyenin başlangıcı Eylül 1999’du. Bankalar gelirlerini artırabilmek ve daha yüksek miktarda sıcak paraya sahip olmak için, düşük gelir gruplarının da kullanabileceği ve cazip görünen kredi biçimleri ürettiler. Clinton döneminde desteklenen bu model sayesinde düşük gelirliler taşınmaz sahibi olmak için bu kredilerden aldılar. Bankalar da borçlulardan alacaklarını kullanarak başkalarına borçlandılar. Onların borçlandıkları da aynısını yaptılar ve bir saadet zinciri oluştu.
Bahar 2007’de ABD’de ödenemeyen krediler çok yüksek bir rakama ulaştı. Bunun sonucunda faizler yükselmeye ve taşınmazların fiyatı düşmeye başladı. İnşaat sektörü ağır sorunlar yaşadı. Devamında borçlulardan gelecek paranın, fonlara, sigortalara ve diğer benzer enstrümanlara yatırıldığı ortaya çıktı. Tırmanan likidite açığı, yeniden faizleri tırmandırdı. Sistem itibar yitirdi ve sisteme itimat sarsıldı. ABD’de küresel finansal krizin hüküm sürdüğü son 15 ayda emeklilik fonları 2 trilyon Dolar değer kaybetti.
Kurtarma Paketi Kurtarmaz…
ABD giderek büyüyen kriz konusunda adım atmakta zorlandı. Çünkü kapitalizmin ve liberalizmin kutsal emri, devletin müdahale etmemesi idi. Daha sonrasında ise ABD’den başlayan ve bütün dünyayı etkisi altına alan krizin vahşeti karşısında tedbir almak zorunda kaldı. Kasım 2007’de 40 milyar Dolar’ı piyasaya veren ABD, böylece 11 Eylül 2001’den sonraki en büyük müdahalesini yapmıştı. Avrupa Merkez Bankası (EZB) piyasaya 200 milyar Euro verdi. ABD Şubat 2008’de yapısal programı devreye soktu. 18 Eylül 2008’de dünyadaki başlıca merkez bankaları 180 milyar Dolar’ı piyasaya verdi. Bunlar işe yaramadı.
Bunun üzerine ABD Maliye Bakanı Henry Paulson 700 milyar Dolar’lık bir yardım paketi hazırladı. 29 Eylül’de 228 parlamenterin paketi onaylamayı ret etmesi Wallstreet’i komaya soktu. 3 Ekim’de paket için gereken tasarı 3 sayfadan 400 sayfaya çıkarıldı ve 850 milyar Dolar’a ulaşan rakam 263’e 171 ile onaylandı.
Sadece ABD değil, bütün ülkeler benzer biçimde müdahaleci oldular. Ülkeler çeşitli büyüklükteki paketlerle finans kuruluşlarını kurtarmaya ve onların beraberinde bütün ekonomiyi batırmasını önlemeye çalışıyorlar, umutsuzca…
Krizi önlemek için harcanan çaba çerçevesinde eş zamanlı faiz indirimleri yapıldı ve Avrupa merkez bankaları piyasalara 120 milyar Dolar sürdü. IMF ve Dünya Bankası başkanlarının krize toplu olarak müdahale edilmesi gerektiği yönündeki uyarıları da piyasalarda çok büyük etki yaratmadı. Paketleri başka paketler, müdahaleleri başka müdahaleler takip edecek. Sadece ABD’nin toplamda 2 trilyon Dolar harcaması bekleniyor. Ama bu çabalar sadece “kötü sonu” geciktirecek.
Çünkü yapılan müdahaleler sadece kırılan saadet zincirinin, kırılan halkasını yapıştırıp, aynı sistemi sürdürmeyi hedefliyor. Eğer yapılan müdahale amacına ulaşırsa, mevcut sistem kendisini sürdürmeye devam edecek, elbette bir sonraki kırılma noktasına kadar. Bu arada hiçbir devletin veya bankanın bu sistemin ürettiği ve gerçekte karşılığı olmayan borçlanmaları kapatma gücü yok.
Bundan başka bir şey daha var. Şu sorunun cevabında çok büyük tehlike gizli: “ABD 850 milyar Dolar’ı nereden temin edecek?”…
Washington’un kurtarma planı için gereken 850 milyar Dolar büyük bir olasılıkla şöyle bulunacak. Gereken rakamın bir kısmı, ihale yapılarak ABD devlet tahvillerinden karşılanacak. Eğer gerekirse diğer kısmı için para basılacak. Bu durumda ABD’de yaşanan resesyon devam edecek ve enflasyon artacak. Bunun sonucunda stagflasyon başlayacak.
Bu defa da dünyada stagflasyon yayılacak. Bunun sonucunda ABD’de tüketim düşecek ve ABD’ye ihracatı sayesinde gelir ele eden ülkelerde reel sektör çökecek. Her durumda 14 trilyon Dolar büyüklüğündeki ABD ekonomisi içinde yer alan 10 trilyonluk tüketim azalırsa, küresel kriz kronikleşecek. Tüketim azalmazsa, ABD krizden belki de çıkmayacak.
Sadece bu da değil. ABD’nin ihale yoluyla sağlayacağı borç kısır döngüyü daha da hızlandıracak. ABD’ye para satanlar, ABD’den alacaklarının getirdiği güvence ile bu krizin patlamasına neden olan yöntemle hareket edecekler. Ya ABD’den ucuz taşınmaz toplayacaklar ya da ABD’den alacaklarını sigorta ettirerek veya buna denk gelen fonlara girerek, ABD’den alacakları paranın üzerinden borçlanarak daha yüksek getirisi olan ve bu nedenle yüksek risk içeren yatırımlar ile kar arayacaklar. Yani her şey başlangıca dönecek!
Goodbye USA, Hello USSRA!
Laıssez faıre laıssez passer; “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler”… Kutsanan liberalizm bu slogan ile özdeşleşti. Liberalizm her türlü devlet müdahalesini ve devletin ekonomi içinde yer almasını ret etti. Her şeye ulu piyasa karar vermeliydi. Herkes ve her şey hata yapardı, ama piyasa hata yapmazdı. Piyasa ne emrediyorsa o yapılmalıydı. Vatan yoktu, para vardı. Ulusal onur değil, kar önemliydi. Gerekirse krizler de yaşanmalıydı. Çünkü krizler sağlıklıydı. Batması gerekenler batmalıydı. Ayakta kalanlar devam etmeli, parayı toplamaya devam etmeliydi. Gerçek dünya, gerçek kapitalizm ve gerçek adalet buydu…
Vahşi kapitalizmin vahşeti olan bu krizi buna inananlar çıkardı. Diğerleri de onları destekleyerek yardımcı oldu. Denilebilir ki, ulu liberalizm kendi kullarını yedi. Kulları ne kadar büyük bir enerji ile ona hizmet etmiş olsalar da, liberalizm onları korumadı. Bundan çok daha önemlisi; Liberaller liberalizme ihanet etti. Onun temel prensibini çiğnedi.
Dünyanın en liberal ülkesi Amerika Birleşik Devletleri, tarihin en büyük piyasa müdahalesini, en büyük devletçi adımını attı. O nedenle Doug Edelman kapitalizmin mabedi için “Amerika Sosyalist Birleşik Devletleri” (USSRA) diye yazıyor. New York Üniversitesi’nden Profesör Nouriel Roubini de aynı görüşte.
Kim bilir, belki de bir gün dünyada çift kutuplu bir sistem hakim olur ve Moskova kapitalist blokta yer alırken, ABD sosyalist bloku oluşturur. Bu söz ilk başta garip görünse de, ABD’nin devlet müdahalesi için ayırdığı 850 milyar Dolar, Rusya’nın %65’i. Eğer ABD öngörüldüğü gibi 2 trilyon Dolar harcarsa, bu rakamda Rusya ekonomisinin %155’i…
ABD’nin müdahaleciliğinin büyüklüğünü anlamak için bazı örnekler vermek gerekirse, ABD 2001’den bu yana Irak ve Afganistan’da 800 milyar Dolar harcadı. Hollanda’nın Gayri Safi Yurt İçi Hasılası (GSYİH) 700 milyar Dolar. Afrika’nın GSYİH’si ise 100 milyar Dolar. Ayrıca dünyada açlık çeken 862 milyon insanın kurtarılması için yılda 30 milyar Dolar gerekiyor. Şayet bu para kullanılabilirse her 30 saniyede bir çocuk açlıktan ölmeyecek.
Ancak dünya liderleri için “gayri safi yurtiçi hasıla” hala “gayri safi yurtiçi mutluluktan” önemli olduğu için, “gayri safi yurtiçi sorumluluk” harekete geçemiyor…
Bundan Sonra…
ABD büyük bir olasılıkla başkanlık seçimine kadar duruma hakim olabilir. Obama ve McCain arasındaki yarış bitmek üzere. Ama konfetilerin ve karton şapkaların süpürüleceği ve hayatın normale döneceği gün, seçimlerden mutlu ayrılan lider “kazanan değil, kaybeden aday” olabilir. Çünkü bir sonraki krizin bir sonraki atağı öldürebilir.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
ÜÇ PARAGRAFTA KRİZİN ANATOMİSİ
Yatırım bankaları, 2000-2006 döneminde yaratılan 7 trilyon Dolar’lık riskli konut ve tüketici kredilerine yatırım yaptı. Yatırım bankaları, konut sektörünün büyüdüğü ve dünyanın her yerindeki yatırımcıların hazine kağıdı kadar güvenilir olduğu düşünülen “mortgage”a dayalı menkul kıymetleri aldığı dönemde, rekor kârlar elde etti. Ancak konut fiyatlarının düşmeye başlamasıyla, yatırım bankalarının gereken önlemleri almadığı ortaya çıktı. Wall Street yatırım bankalarının son yıllardaki borçluluğu baş döndürücü bir hızla arttı. 2003 sonunda Lehman’ın öz sermayesi, 2003 sonundan 2007 sonuna kadar olan dönemde yüzde 73 artarken, aktif büyüklüğü yüzde 121 arttı. Aynı süreçte Merill Lynch’in aktif büyüklüğü yüzde 125 artarken, öz sermayesi sadece yüzde 10 büyüdü. Tüm bu nedenler yatırım bankaları için sonun başlangıcı oldu.
Kriz bir mortgage krizi olarak başladı. Ama öyle kalmadı. Bugün yaşanan gerçek sorun likidite krizi. ABD’de 2007 yılında, finans ve sigorta, gayrimenkul, inşaat ve madencilik sektörlerinde büyüme hızı düştü. Bunun sonucunda ekonomi yavaşladı. Reel sektör olumsuz etkilendi. Faiz oranları değişti. Bunun sonucunda kredi piyasası etkilendi ve 2006 yılında %13.2 oranında artış sağlayan kredi piyasası 2007 yılında bu oran %4.8 büyüyebildi. Yatırımcılar risk almadan kazanç elde etme istedi. Maliyeti düşük, kolay kredi imkanları büyüdü ve tüketiciler aşırı borçlanarak kredi aldılar. Sektör kontrolsüz büyüdü. Borçlular artan faiz ve reel gelirdeki düşüş nedeniyle ödeme zorluğuna düştü, kırılgan dengedeki sistem çöktü.
Kredi krizi öncesinde ABD’de beş büyük yatırım bankası bulunuyordu. Yatırım bankaları, uzun vadeli kaynak transferi yapma görevini üstlenmiş kurumlar niteliğini taşıyor. Bu bankaların mevduat toplama yetkisi bulunmuyor. Bear Stearns’ün Mart’ta JP Morgan’a satılmasının ardından, Bank of America Merrill Lynch’i satın aldı. Alıcı bulamayan Lehman Brothers iflasını açıkladı. Son olarak Fed, ABD’nin en büyük iki yatırım bankası Goldman Sachs ve Morgan Stanley’yi desteklemek için her iki bankanın da statüsünü değiştirdi. Wall Street’in prestijli yatırım bankaları bilançolarını olası zararlara karşı hiçbir önlem almadan aşırı şekilde genişletti.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
KRİZİN ABD’YE MALİYETİ
850 milyar Dolar: Bankalar ile finans kurumlarının elindeki batık varlıkları satın almak için 700 milyar Dolar’lık bir kaynak ayrılıyor. Ayrıca, maliyeti çeşitli sektörlere ve vatandaşa 150 milyar Dolar’lık vergi indirimi ve kolaylıkları getiriliyor.
300 milyar Dolar: Emlak sektörünü bulunduğu durumdan kurtarmak amacıyla çıkartılan bir yasa ile batık mortgage kredilerinin devlet garantisiyle yeniden yapılandırması için Federal İskan Dairesi’ne 300 milyar Dolar’lık bir kaynak ayrıldı.
200 milyar Dolar: Fannie Mea ve Freddie Mac devletleştirildi. Her bir kuruma 100 milyar Dolar’lık bir kaynak ayrıldı. Bu müdahalenin faturası 200 milyar Dolar’ı buldu.
200 milyar Dolar: ABD Merkez Bankası FED, nakit sıkıntısı çeken bankaları rahatlatmak amacıyla 200 milyar Dolar’lık bir borçlanma fonu oluşturdu.
144 milyar Dolar: Devlet, Fannie Mea ve Freddie Mac’ın elindeki sorunlu mortgage kredilerinin bir bölümünü 144 milyar Dolar’a aldı.
87 milyar Dolar: Yatırım bankası JP Morgan Chase için Lehman Brothers’daki fonlardan kaynaklanacak zararı azaltmak üzere 87 milyar Dolar’lık bir geri ödeme paketi sunuldu.
85 milyar Dolar: American International Group’un (AIG) %79.9 hissesi 85 milyar Dolar’a devletleştirildi.
50 milyar Dolar: Güven aşılamak amacıyla Döviz Dengesi Fonu’na 50 milyar Dolar’lık bir kaynak ayrıldı.
43 milyar Dolar: Mortgage krizi nedeniyle bankalar ve finans şirketleri ile zor durumdaki kredi borçlularına ABD Hazinesi tarafından 29 milyar, 10 milyar ve 4 milyar olmak üzere toplamda 43 milyar Dolar’lık destek sağlandı.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
10 EKİM 2008’E KADAR BATAN KURULUŞLAR
Kuruluş Türü Tarih
American Freedom Mortgage Mortgage bankası 30 Ocak 2007
New Century Financial Mortgage bankası 28 Mart 2007
American Home Mortgage Mortgage bankası 6 Ağustos2007
Sentinel Management Group Yatırım fonu 17 Ağustos 2007
Ameriquest Mortgage bankası 31 Ağustos 2007
NetBank Banka 30 Eylül 2007
Terra Securities Komisyoncu 28 Kasım 2007
IndyMac Bank Mortgage bankası 11 Temmuz2008
Columbian Bank and Trust Company Mortgage bankası 23 Ağustos 2008
Integrity Bank Mortgage bankası 29 Ağustos 2008
Silver State Bank Mortgage bankası 5 Eylül 2008
Lehman Brothers Yatırım fonu 15 Eylül 2008
Ameribank Banka 19 Eylül 2008
Washington Mutual Banka 26 Eylül 2008
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
BİR PORTRE: NOURIEL ROUBINI
Nouriel Roubini 29 Mart 1958’de İstanbul’da doğdu. New York’taki Stern School of Business City’de profesör. Roubini Global Economics LLC’nin kurucusu ve başkanı. Akademisyenliğinden önce ABD Hazine Bakanlığı’nın danışmanıydı. 1976’da İsrail’de Kudüs Üniversitesi’ne gitti. 1977-1982’de İtalya’da Luigi Bocconi Ekonomi Üniversitesi’nde eğitim gördü. 1983-1988’de Harvard Üniversitesi’nde idi. 2004’te ABD’de taşınmaz sektörünün çökeceğini söylediğinde çok kişi onunla alay etti ve çok düşman kazandı.
2006’da petrol fiyatlarının tırmanacağını ve dünya ekonomisinin resesyona gireceğini söylediğinde tepki gördü. Hatta 28.09.2008’de ABD İmparatorluğu’nun sonuna gelindiğini söyledi. Düşmanlarının sayısı azalmadı, ama artık daha az uzman alay ediyor.

0 Comments:

Post a Comment

<< Home