Polanyi'yi anlamak
Polanyi'ye göre serbest piyasa sistemi her ne kadar teorik anlamda övgüyü hak eden bir sistem olsa da, toplumsal pratiğe dönüşmesi iç çelişkilerinden dolayı imkansızdır
21/05/2006 (612 defa okundu)
LATİF YILMAZ (E-mektup Arşivi)Yaşar Aydın'ın geçen hafta Radikal İki'de yayınlanan yazısı, üzerinde düşünülmeyi hak eden önemli bir konuyu Polanyi'den yola çıkarak ele aldı. Polanyi'nin 'Büyük Dönüşüm' kitabı 1944 yılında yayımlanmasına rağmen, hak ettiği ilgiyi ancak son zamanlarda görmeye başladı. Özellikle ekonomistik bakış açısının ve neoliberal ekonomik politikaların tartışılmaz olduğu bir dönemde, Polanyi'nin çalışması ciddi bir eleştiri mevzii olarak ortaya çıktı. Polanyi kitabında, temel olarak kendi kendini düzenleyen piyasa sisteminin nasıl kurulduğunu ve bunun nasıl olup da başarısızlıkla sonuçlanıp kitleleri sefalete sürüklediğini anlatır. Dahası bu dogmatik düşünce ve sonrasında gelen politikalar, hem Avrupa'daki faşizmin yükselmesini hem de iki önemli dünya savaşını beraberinde getirdi.
Serbest ütopya Polanyi'nin göstermek istediği, tarihsel olarak dizginlerinden boşaltılmış serbest piyasa sisteminin, hiçbir zaman var olmadığı ve olamayacağıydı. Serbest piyasa sistemi bu anlamda tamamen bir ütopya idi ve böyle bir sistemin insanı ve toplumun doğal özünü yok etmeden yaşaması imkansızdı. Tamamen var olması halinde insanoğlu için vahşetten başka bir şey üretmesi de beklenemezdi. Fakat toplum bu sistem karşısında kendisini koruyacak önlemleri aldı, bu önlemler alındıkça kendi kendini düzenleyen piyasa sisteminin (serbest piyasa sistemi) çalışması da engellendi. İşte tam bu noktada Polanyi'nin ünlü "çifte hareket" tezi devreye girer. "Bir yandan serbest piyasa sistemi kendisini dayatarak toplumun yapısına saldırır, diğer yandan ise toplum mevcut felaketlerden korunmak için direnç oluşturur. Bu direnç de serbest piyasa denilen sistemin kurulmasını hiçbir zaman mümkün kılmaz." Zaten bu sistemin kurulması aynı zamanda toplumun intihar etmesi, çözülmesi ve dağılması anlamına gelir. Bu anlamda, serbest piyasa sistemi tamamen bir ütopyadır ve toplumsal dinamikler bu sistemin kurulmasına izin vermez. Polanyi'ye göre toplumun yapısı ve doğası gözönüne alınmaksızın, sistemin zorla dayatılması felaketten başka bir şey getirmeyecektir. Polanyi'ye göre serbest piyasa sistemi her ne kadar teorik anlamda övgüyü hak eden bir sistem olsa da, toplumsal pratiğe dönüşmesi, iç çelişkilerinden dolayı imkansızdır. Peki bu iç çelişkiler nelerdi?
Her şey satılık
Öncelikle serbest piyasa sisteminin tam olarak çalışması, her şeyin alınıp satılabilen metalar haline gelmesi ile mümkün. Özellikle emek, toprak ve para, diğer metalar gibi piyasada serbestçe alınıp satılmadıkça sistemin işlemesi olası değil. Sorun da tam burada ortaya çıkar, çünkü söz konusu üç öğe piyasada alınıp satılmak içi üretilen şeyler değildirler. Emek ve toprak, bütün toplumları oluşturan insanlardan ve toplumun içinde yaşadığı doğal çevreden başka bir şey değildir. Emek bu anlamda yaşamın yanında yer alan insan faaliyetine verilen addır; saklanamaz ve işletilemez. Toprak ise doğanın başka bir adıdır ve insan tarafından üretilmedi. Paraya gelince ise o, satın alma gücünün devlet tarafından düzenlenmiş halidir. Sonuç olarak, Polanyi'ye göre bunların hiçbiri klasik anlamda meta sayılamaz; bunlar hayali metalardır. Bunların bir defa piyasa sistemine dahil edilmesi beraberinde felaketi de getirir. Böyle bir sistemde insanın yaşamını sürdürmesi tamamen piyasaya bırakılmış olur, doğa tamamen kapitalist mantığa kurban edilir, insanın satın alma gücü ise tamamen paranın değerindeki oynamalara bırakılır. Sonuçta insan serbest piyasa sistemi içinde kendi başının çaresine bırakılır. Polanyi "Speenhamland (1795-1834) yasasından" yola çıkarak insanlara, çalışmalarından bağımsız bir güvencenin sağlanmasını da çözüm olarak görmez. Çalışmalarına bakılmaksızın herkesi kapsayacak şekilde getirilen bu yasa zamanla kitlelerin verimsizleşmesine, tembelleşmesine neden olarak başka bir sefaleti beraberinde getirir. Bu yasanın neden olduğu sorunlar sonucu, insanlar emeğin piyasada serbestçe alınıp satılmasını tek yol olarak görmeye başlarlar. Bu da yasanın kaldırılmasını ve İngiltere'de serbest bir emek piyasasının oluşmasını beraberinde getirdi. Ancak anlattığımız gibi bu da çözüm olmaktan ziyade var olan sefaleti daha da artırır. Bundan sonrası, fabrikalarda köle gibi çalıştırılma, korunmasızlık, yabancılaşma ve insanlıktan uzaklaşmadır. Polanyi bütün bunları toplum ve ekonomik yapı arasındaki etkileşim ve ilişkiyi açıklığa kavuşturmak için anlatır. "Antropolojik olarak insan davranışlarının sadece küçük bir kısmı ekonomiktir" der Polanyi. Hatta daha da ileriye gidip daha önceki dönemlerde ekonominin topluma içkin olduğunu, dolayısıyla ekonomik yapıyı belirleyen şeyin toplumsal ilişkiler olduğunu söyler. Bu durum serbest piyasa sisteminin belirmesiyle beraber tam tersine döner, ve toplumsal yaşantımız ekonomik mantığa göre şekil almaya başlar.
Ekonomist yanılgı Polanyi'nin bakış açısı, Yaşar Aydın'ın dile getirdiği neoliberalizme eleştiri getirmekten daha ileri bir noktaya gidiyor. Esas olan toplumsal değişimi anlarken, ekonomistik yanılgıdan kurtulmaktır. Polanyi bu anlamda popüler Marksizme de karşı durur. Hatta biraz daha ileri gidip klasik iktisatçılar ile Marksistleri aynı kefeye koyar. Sebep açıktır; her iki bakış açısı da toplumsal dinamikleri ekonomistik bakış açısıyla ele alır. Klasikler her şeyin serbest piyasa ekonomisi ile düzeleceğini vaat ederken, Marksistler bütün kötülüklerin kaynağı olarak kapitalizmi ve onun uzantısı emperyalizmi görür. Sonuçta her iki bakış açısı da referans olarak ekonomiyi alır. Marksist bakış açısına göre sömürgelerin temel sorunu Batı tarafından ekonomik olarak sömürülmeleridir ve dünyadaki gelir adaletsizliğinin kaynağı da eşitsiz mübadeledir. Ancak Polanyi olaya çok daha farklı bakar ve esas sorunu serbest piyasa ekonomisinin geleneksel toplumların toplumsal yapısını bozması olarak görür. Bu yeni ekonomik mantık, farklı yapılarla örülmüş ekonomi ve toplum ilişkisini çözerek yerine yenisini koymakta başarısız olur (ki başarılı olsa bile sonucun ne olacağını söyledik) ve bir anda insanlar bütün koruma ağlarını yitirmiş, savunmasız ve yabancılaşmış olarak ortada kalırlar. Sorun sadece neoliberalizme eleştiri getirmek değildir. Daha önemlisi bütün sosyal ilişkilerimizi belirleme durumunda olan her türlü ekonomik sisteme eleştiri üretebilmektir. Yabancılaşma, çözülme, sefalet, hayattan kopma ve dahası insana ait olan birçok öğeyi kaybetme, asıl tehlike bu (Fred Klemen'in 'Alacakaranlık' ve Jean-Luc Godard'ın 'Herkes Başının Çaresine Baksın' filmleri bu konuda çok şeyi anlatıyor sanırım). Toplumsal hayatımız ekonomik gerekliliklere kurban edildikçe bu tehlikelerin hiçbirinden kaçamayız. İnsan olarak hem çevremizdeki insanlarla paylaşımda bulunacağımız hem de bizi saran doğamız ile uyum içinde yaşayacağımız bir dünyanın yollarını aramaktan başka bir çaremiz yok. Bunun yolu da her şeye rağmen düzenlemeye olan inancımızı kaybetmememize bağlı. Ne her şeyin kontrolden çıkması ne de kontrol altına alınması çözüm. Çözüm bu iki karşıtlığın dışında üreteceğimiz alternatiflerde.
LATİF YILMAZ: Maliye Bakanlığı AB ve Dış ilişkiler Dairesi AB Uzman Yrd. ODTÜ, yüksek lisans
0 Comments:
Post a Comment
<< Home