emreiseri

Monday, December 31, 2007


Cemaatçi Neo-Liberalizm: AKP’nin İktisat Politikaları
Koray Çalışkan
Birgün, 14 Eylül 2007

AKP iktisadi bir mucize yarattığını düşünüyor. Verdikleri rakamlara bakarsak haklı gibi görünüyorlar. AKP döneminde milli gelir 180 milyar dolardan, 411 milyara; kişi başına milli gelir 2.598 dolardan, 5.560 dolara yükseldi. Bu arada enflasyon %30’dan %9’a indi. Hatta nüfus 73 milyon değil de 70 milyon olarak çıkarsa, kişi başına düşen GSMH 7,000 dolara yaslanacaktır. Aşağıdaki tabloda görülen 2002 sonrası artış AKP’nin iktisadi takdirnamesi olarak sunuluyor.


Ancak dış borç stoğuna baktığımızda da benzer bir artış grafiğiyle karşılaşıyoruz. Milli gelir artıyor, ancak borçlarımız ondan daha hızla artıyor. İstatistik hokus pokusunu bir yana bırakalım. Meseleyi kısaca anlatalım. Ülke içinde dönen paranın ölçütü olan GSMH hesapları borcu da işin içine kattığı için asli bir zenginlik değeri değildir. Zira bir kriz anında bu borç katlanacağından bir anda sistem ayağımızın altından kayabilir.




Aslında bu gelir artışı nominal, yani lafta bir artış. Zira YTL’nin aşırı değerlenmesini hesaba kattığımızda işlerin aslında göründüğü gibi olmadığını anlıyoruz. Krizden hemen önce dolar 1.70’di şimdi 1.20 olacak mı diye tartışıyoruz. Kriz 2002’den hemen önce geldi. Milli gelirin dörtte biri yalnızca faiz giderlerine gitti, bir milyon kişi işsiz kaldı, birikimleri TL’de olanlar kısa bir süre içinde yarı yarıya yoksullaştı. Kemal Derviş’in finans açıklarını yamamasıyla bu durum bir parça kontrol altına alındı.
Milli gelirin lafta artmasının bir diğer nedeni de dünya gıda fiyatlarının son beş yılda %25 artması. Yoksul ülkelerde aile gelirinin büyük bir bölümü gıdaya gider. Bu oran Türkiye’de %28’dir. Enflasyon yoksul için daha ezici olur. Bunun üzerine gerçek işsizlik oranının %19’da sabitlenmesini ekleyin. Cari açığın 30 kat, merkezi yönetim borcunun iki kat, dış ticaret açığının 3 kat artmasını ekleyin. Yani öyle abartılacak bir iktisadi başarı yok ortada. Dünyada sıcak para bu kadar ucuzken, iktisadi mucizeler peydahlamak kolay.

AKP ASLEN NE YAPIYOR?

AKP’nin iktisat politikalarını iki kelimeyle özetleyebiliriz: Cemaatçi Neoliberalizm. Kapitalist modernlik cemaat ilişkilerini çözüp, bireylerin çekirdek aileler ve hukuk üzerinden topluma entegrasyonunu öngörmüştü. Oysa Neoliberalizm’in küresel başarısı, yoksullaşan kitlelerin cemaatler üzerinden örgütlenerek hak talep etmelerine ve geç modern cemaatlerin, önceki formlarına nazaran daha güçlenmesine neden oldu. Yoksulllar dibe vurdukça birbirlerine ve Neoliberal denizde boğulmamak için kendine yardım eden herkese tutundular.

YENİ NEOLİBERALLER

AKP Neoliberalizmi yeni bir boyuta taşıyor. Türkiye’de uygulanan iktisat politikalarının içeriğine AKP’nin çok az katkısı var. Ana prensipler zaten stand-by anlaşmalarıyla belirlenmiş durumda. IMF ve başka özel finans kuruluşlarından gelen sıcak para akışının durması tekstil gibi, dünya azıcık titrese devrilecek sektörlere bağımlılığımız nedeniyle büyük bir kriz demek. Bu nedenle AKP’nin iktisat politikaları partinin kendi seçimi değil. Niyet mektuplarını okuyan herkes bilir ki, stand-by’ın devamı, esnek olmayan bir radikal piyasaperest duruşun inşası anlamına geliyor. Bu politikaların uzun vadede büyüme yaratmadığı artık Dünya Bankası ve IMF uzmanlarının bile kabul ettiği bir gerçek. Daha acı bir gerçek var: Bundan sonra stand-by anlaşması imzalanmasa bile stand-by sürecinin yarattığı yapılar içinde kalacağımız için, aynı koşullar devam edecek.
AKP’nin uyguladığı iktisat politikalarını bu yazıdan önceki dört yazı derinlemesine inceledi. Abdullah Aysu “Türkiye’de Tarım Politikaları ve AKP: Görünmez Elin Parmak İzleri” başlıklı yazısında AKP’nin kır siyasetinin ana hatlarını çizdi. Hukuksal olarak tam anlamıyla neoliberal bir tarım rejimindeyiz artık. Üreticilerin tüccarlar önünde tamamen örgütsüzleştirildiği, hukuken bu kurumsal dağınıklığın garantiye alındığı, şirketleşen tarımın küçük üreticiyi ortadan kaldırmaya devam ettiği artık daha açık. Aysu’nun yazısı tüyler ürpertici bir uyarıyla bitiyor: “Tüm bu gelişmeler insanlık tarihinde bir ilke imza atıyor. Tüm canlıların yaşamlarını sürdürmelerini sağlayan tarım, canlılar için risk oluşturmaya başlıyor.”
Çiftçilerin hayat koşullarını ortadan kaldıran AKP bunun nedenin iktisaden gelişmeye bağlıyor. Ancak tarımsal istihdamın daralması, endüstriyel ve servis istihdamını artırmıyor. Alper Duman’ın gösterdiği üzere 2007’de işsiz sayısını azaltmaya başlamak için gereken sanayi yatırımı GSYH’nın %28’i olması gerekiyor. Oysa şu anda veriler %21’de. Yani işsizliğe çözüm bulunabilmiş değil. AKP’nin işsizliğe bulduğu çözüm tek kelimeyle komik: Herkes patron ya da tüccar olsa, işsizlik kalkar. Aferin. Robotların mı emeğini sömüreceksiniz o zaman?
Bu politikalarda kısa vadede bir değişiklik olabilir mi? Yanıt Cemil Ertem’in yazısında gizli. Para politikası değişmeden mümkün değil. Oysa para politikası da IMF ve Avrupa Merkez Bankası’nın politikalarının tanımladığı parametreler dahilinde oynayabiliyor. TCMB bu nedenle para politikası üzerinden sistemin neoliberal sigortası olarak çalışıyor. Yani iktisadi bağımsızlığın temeli olan para politikası dünya piyasalarıyla eşgüdüm halinde işleyen bir iktisat politikasının uygulayıcısı oluyor. Yeter ki nedeni içeride olan bir kriz yaşanmasın.

ÜCRETLİLERE NE OLACAK?

Bu tip bir iktisat politikasının tek bir sonucu var. Ücretlilerin daha da yoksullaştığı, reel gelirlerinin düştüğü bir bağlam yaratması. Vahşi reform sürecinin etkilerini çalışan sınıflar üzerinde azaltabilecek üç ana mekanizma var.

1) “Babam Sağolsun” ya da kuşaklar arası kaynak transferi:

Bir arkadaşımızın kızı Ankara’dan İstanbul’a staj yapmaya gelecekti. Çalışacağı şirkette öyle günlük kıyafetlerle çalışmak mümkün değil. İyi giyineceksin, üstüne başına dikkat edeceksin. Sefertasıyla öğle yemeği taşıyamazsın, mecburen arkadaşlarınla yemeğe çıkacaksın. Malum, adı staj olan sömürü sürecinde maaş falan da hak getire. Annesi söyleniyordu, bir ara “Allah’tan durumumuz iyi de kızımızı çalıştırabiliyoruz!”
1960larda işe başlayan orta sınıf, sosyal devletin iyi kötü işlemesi sayesinde yalnızca ücretli olduğu halde bir ölçüde birikim yapabildi. Bir ev aldı, bir yazlık , yaptı, arsa aldı vs. Şu anda orta sınıfın böyle bir düş gerçekleştirmesi kolay değil. Devlet memuru olduğunuz düşünün, 1,000 YTL maaşlı bir öğretmen neresinden ne biriktirecek de çocuklarına bir şey bırakacak? Yeni kuşak anne babasının birikimiyle ayakta duruyor zaten. Koca koca insanlar, ailelerinden maddi yardımlar alarak ay sonunu getiriyor. Önceki kuşak aile ilişkileri üzerinden Neoliberalizmden darbe yemiş yeni kuşağa destek çıkıyor.

2) Özelleştirmeler:

AKP hükümeti gerek yerel yönetimler gerekse hükümet kanalıyla hızlı bir özelleştirme hamlesine girişmiş durumda. Özelleştirmeden kaynaklanan gelirler üzerinden iktisadi finansman yaratan hükümet tabiri yerindeyse memleketi satıyor. Ancak bu gelirlerin çok küçük bir kısmı özelleştirilen işletmelerin kaynaklarını yaratmış emekçilere gidiyor.
İktisatçılar yıllardır gösteriyorlar ki yönetimde başarının anahtarı mülkiyetin kimde olduğu değil, nasıl bir idare prensibi kullandığınızdır. Kamu ya da özel işletmelerin iktisadi performanslarının nedeni sahiplerinin kim olduğu değil, nasıl işletildikleridir.
Ancak AKP’nin başka yolu yok. Emekçi düşmanı böyle bir iktisat politikası verdiği açıkları özelleştirmelerle kapatıyor. Böylece emekçilerin maaşlarının iyice yok olmasını engelliyor. Bunun sürdürülebilir bir strateji olmadığını bilmek için bilim insanı olmaya gerek yok. Atalarımız güzel demiş: Hazıra dağ dayanmaz. İktidara geldiği 2002 yılından beri AKP hükümeti özelleştirme gelirlerini (gider mi desek?) olağanüstü artırdı.

Bu ikinci mekanizma “babam sağolsun” mekanizmasına benziyor. Bir önceki kuşağın şimdiki kuşağa yardım etmesi gibi, bir önceki kuşağın kurduğu iştirakler bu kuşağı yönetenlerin neoliberal söküklerini dikmek için satılıyor. “oib.gov.tr” adresine bir girin, menüden kamu teşekkülü seçin.

3) Sosyal Devlet Yerine Hayırsever Devlet

Yoksulluğu ortadan kaldırmak, kaldıramıyorsa yoksulları asgari geçim standardının altına düşürmemek sosyal devletin yükümlülüğüdür. Neoliberal reform sürecinin emekçiler üzerindeki kötü etkilerini azaltmanın bir yolu da sosyal devlet mekanizmalarını harekete geçirmek. Oysa özelleştirmeler sosyal devletin çalışmasını mümkün kılan mekanizmaları kamunun elinden çıkartıyor. Böylece giderek küçülen sosyal devletin yeri piyasa mekanizmasıyla doluyor. Sonuç kitleselleşen yoksulluk.
Aziz Çelik “AKP’nin 'Muhafazakâr' Sosyal Politikası: Hak Yerine Yardım, Yükümlülük Yerine Hayırseverlik” başlıklı yazısıyla bu süreci iki gün önce derinlemesine inceledi. AKP’ye göre sosyal politika bir hak anlayışına değil yardım anlayışına dayalı bir dayanışma ilişkisi. Bir taraftan neoliberal iktisat politikalarıyla yoksulluk koşullarını hazırlayan AKP, diğer taraftan sosyal politikayı ortadan kaldırarak yoksulun beka dayanaklarını da aşındırıyor.
Bu koşullarda yoksullar yine de AKP'ye oy veriyor. Bunu nasıl açıklayacağız? Çelik’in yanıtı basit: “AKP sosyal politikayı bir kamusal yükümlülük olarak zayıflatırken piyasa mağdurlarını, yoksulları ve en alttakileri “ferahlatacak” yeni yan mekanizmalar devreye soktu.” Yani, yoksul yaratan AKP, bir çeşit siyasi “erke dönergeci” çalıştırarak, yoksula hayır da dağıtıyor. Kâh belediye ihalelerini yoksula AKP adına yardımda bulunan şirketlere veriyor, kâh vakıflar ve dernekler kanalıyla yoksulun elinden tutuyor, kâh fonlar üzerinden yoksulları destekliyor. Kontrol altında tutulan enflasyon sayesinde de yoksulların gelirlerinin düşmesi engelleniyor. Kendine bağımlı bir yoksun cemat yaratan AKP, bu cemaatin içerisinde birbirine destek olan gruplar dinamiğini ayakta tuttuğu sürece iktidarda demektir. Bir sonraki seçimde AKP %65 alırsa şaşırmayalım. Cemaatçi Neoliberalizm budur. Emekçiyi güçsüzleştir, sosyal devleti buda, sosyal politikayı sınırla ve çalışanı cemaat içinde disipline et. Bu döngüden çıkmanın yolu var mı?
Her ne kadar cemaat örgütleriyle neoliberal sefaletin acıları azaltılsa da sonuç felaket olacak. Neoliberal politikaların daha kararlılıkla uygulandığı Mısır’da IMF ve DB reformlarının ülkeyi geliştirmediği hatta gerilettiği bizzat bu reformaları inşa eden uzmanların bir bölümü tarafından da artık kabul ediliyor.[1]
Mevcut konjonktürde pasaportsuz sermaye, milli misak arasında tanımladığı milli iktisatları avucunun içine almış durumda. Adam Smith’in bahsettiği görünmez elin avucunun içindeyiz. Bu ellerden kurtulmanın yolu, solun çözmesi gereken esas bilmecedir. Umarım yakında bir yazı dizisi de alternatif iktisadi yönelimler üzerine çıkar.


[1] Richard H. Adams, "Interrogating Development - Evaluating the Process of Development in Egypt, 1980-97," International Journal of Middle East Studies 32, no. 2 (2000).

0 Comments:

Post a Comment

<< Home