Obama'nın nükleer gündemi ve Türkiye
SİNAN ÜLGEN / 10/04/2010
Bir NATO üyesi ve ABD'nin nükleer şemsiyesinden faydalanan bir ülke olarak, Türkiye'nin İran'ı uzlaşmazlık yolunda cesaretlendirdiği şeklinde algılanabilecek bir davranış sergilemesi, ABD ile yeni bir kriz anlamına gelecektir
Vaşington’da 12-13 Nisan tarihinde yapılacak nükleer zirveye Başbakan Erdoğan ile Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun katılacağı belli oldu. Hükümet, ABD Kongresi Dış İlişkiler Komitesinden geçen Ermeni soykırımı kararına rağmen Zirveye bu seviyede katılmak suretiyle, Obama’nın dış politika gündeminin ön sıralarında yer alan bu girişime destek olacağını gösteriyor. Ancak bu desteğin özellikle İran’ın nükleer meselesi gibi bir konuda sınırlarının ne olacağı belirsizliğini koruyor. Bunun için biraz da bu nükleer zirvenin amacına bakmak gerekiyor.Nükleer silahsızlanmaya yeni bir ivmeObama, geçtiğimiz yılın nisan ayında Türkiye ziyaretini gerçekleştirmeden hemen önce, bir NATO toplantısı için gitmiş olduğu Prag’da önemli bir konuşma yapmıştı. ABD Başkanı bu konuşmasında nükleer silahlardan arındırılmış bir dünya vizyonu çizerek , ABD’nin nükleer silahsızlanma konusunda artık daha aktif bir politika benimseyeceğini vurgulamıştı. Dünyanın nükleer silahlardan arındırılmasını belki kendisinin de göremeyebileceğini ifade eden ABD Başkanı, buna rağmen bu hedefe yönelik adımların atılmaya başlanması gerektiğine işaret etmişti. Obama’nın bu iddialı söylemi, kendisine bir Nobel barış ödülü kazandırmakla kalmamış aynı zamanda uzun süredir gündemden düşmüş olan nükleer silahsızlanma meselesine de görünürlük kazandırmıştı.ABD Başkanı aradan geçen süre zarfında sözünde durmuş gözüküyor. Bu ay başında ABD ile Rusya, stratejik nükleer füzelerinin sayılarını azaltılmasını öngören yeni bir SALT antlaşmasına imza attılar. Obama, ABD’nin henüz onaylamamış olduğu nükleer silah denemelerinin yasaklanmasını öngören uluslararası anlaşmayı da Kongreye sevk etme hazırlığında. Ancak asıl önemlisi, Obama’nın bu alandaki önceliğinin diğer ülkeler tarafından da benimsenmesinin sağlanması. Zira bu girişimin küresel düzeyde bir mutabakata dayanması gerekiyor. Aksi takdirde herhangi bir başarı şansı bulunmuyor. ABD’nin kendi başına ve tek taraflı olarak nükleer silahlarını ortadan kaldırmaya başlamasını beklemek gerçekçi değil. Bu hedefin nükleer silaha sahip diğer ülkeler (Rusya, Fransa, İngiltere, Çin, Hindistan, Pakistan, İsrail ve Kuzey Kore) tarafından da paylaşılması lazım. Hatta bu girişime, nükleer silaha sahip olmayan ülkelerin de proliferasyon olarak adlandırılan nükleer silahların yayılmasının önlenmesine yönelik çabalarıyla destek vermeleri bekleniyor. Nitekim zirveye nükleer silaha sahip olmayan ülkelerin de davet edilmesinin nedeni de aslında bu. Obama, nükleer silahsızlanmanın başarılabilmesi ve nükleer silaha sahip ülkelerin bu silahları bertaraf etmelerine ikna edilmeleri için, uluslararası toplumun nükleer silahların yayılmasının önlenmesine yönelik daha etkin ve zorlayıcı kuralları hayata geçirmesi gerektiğini düşünüyor. Aksi takdirde ve proliferasyon tehlikesi varoldukça, ABD diplomasisi başta Rusya ve Çin gibi Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyesi ülkelerinin yanı sıra Fransa gibi NATO müttefiki bir ülkeyi bile nükleer silahlarından ebediyen ayrı kalmalarına ikna etmekte büyük güçlük yaşayacak. Dolayısıyla nükleer silahsızlanma ile proliferasyon rejiminin geleceği arasında böylesine yakın bir illiyet bağı bulunuyor.Kısacası zirvenin birinci amacı, nükleer silahsızlanma konusunda sergilenmeye başlanan iradenin güçlendirilmesi amacıyla benzer bir iradenin proliferasyon alanında da belirgin biçimde ortaya çıkmasının sağlanması olacak. Nasıl bir zirve ?Nükleer zirvenin ilgi çeken bir diğer boyutu ise çağrılı olan ülkeler. ABD Başkanı’nın girişimiyle toplanan bu Zirveye nükleer silah sahibi ve nükleer silah sahibi olmayan hatta Türkiye gibi nükleer enerjiye dahi sahip olmayan 44 ülke çağrılmış durumda. Zirve bu açıdan bir ilki teşkil ediyor. Üstelik bugüne kadar, güvenlik konularında uluslararası toplumu bir araya getiren Birleşmiş Milletler, NATO, AGIT, G20 gibi mevcut platformların dışında yeni bir yapı olarak dikkat çekiyor. Bunun nedeni ise Obama’nın bu girişiminde yanında görmek istediği ülkeleri bir araya getirirken, buna engel olabilecek ülkeleri kapsam dışında bırakmak istemesi. Aralık ayı sonunda Kopenhag’da büyük ümitlerle toplanan İklim Değişikliği Zirvesinde yaşanan olumsuzlukların bir uyarı mesajı olarak alındığını söylemek mümkün. O Zirvede uluslararası toplumun ezici bir çoğunluğunun üzerinde uzlaşı sağladığı metin, aralarında Venezüella ve Sudan’ın da bulunduğu 5 ülkenin karşı çıkmasıyla bir Birleşmiş Milletler belgesi haline getirilememiş ve yalnızca ‘Kopenhag uzlaşısı’ olarak adlandırılan hukuki statüsü muğlak bir belge olarak yayımlanabilmişti. Anlaşılan ABD yönetimi, nükleer zirve için daha temsili de olsa başarısızlık ve uzlaşmazlık ihtimalini bünyesinde barındırabilecek bir katılımcı profilinden uzak durmaya karar vermiş. Zirvenin başarısıNükleer Zirve, katılımcı ülkelerin imza atacakları bir sonuç bildirisi ile son bulacak. Zirve sonunda Obama, katılımcı ülkelerin üzerinde uzlaştıkları ilkeleri kamuoyu ile paylaşacak. Bu açıdan zirve sonunda, Obama gibi bu alanda başarılı bir başkan ile medyatik bir başarıdan sözetmek mümkün olabilecek. Ancak zirvenin başarısının asıl ölçüleceği alan bundan bir ay sonra toplanacak olan Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’nın (NPT) gözden geçirme konferansı olacak. ABD yönetimi NPT konferansının bir uluslararası uzlaşı ile sonuçlanmasını arzuluyor. Bunun için bir yandan silahsızlanma yükümlülüklerini yerine getirme konusunda bir çaba içinde olurken, diğer taraftan da İran krizinin doğurduğu proliferasyon rejiminin etkinleştirilmesi seçeneklerini tartışmaya açacaklar. Bunun için ise NPT’ye taraf 189 ülkenin onayına ihtiyaç var. Aksi takdirde, 2005 yılında yapılan bir önceki toplantıda olduğu gibi 2010 yılı NPT konferansının da başarısızıkla sonuçlanması ihtimali mevcut. Dolayısıyla Obama, Vaşington’daki Zirvede bir ay sonraki NPT konferansı için de güçlü bir çekirdek ittifak kurma arayışında olacak.Nükleer zirvenin asıl başarısı ise İran konusunda başta Çin ve Rusya gibi Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin daimi üyeleri olmak üzere ilgili ülkeleri İran’a karşı alınacak tedbirler konusunda ortak bir noktada buluşturabilmesi olacak. Bu bağlamda, ABD yönetiminin en fazla önem atfettiği ülkeler arasında Türkiye geliyor.Türkiye açısından ZirveTürkiye’nin Zirve sonuç bildirisinde yeralan birçok hususa imza atmasında herhangi bir sorun bulunmuyor. Türkiye , proliferasyon konusundaki yükümlülüklerini ciddiye alan ve etkinlikle uygulayan ülkeler arasında. Üstelik genel olarak, proliferasyon rejiminin geliştirilmesi ve etkinleştirilmesine de sıcak bakan ülkeler arasında yeralıyor. Türkiye ve zirveye katılacak Başbakan Erdoğan açısından en kritik mesele, zirve marjında yapılacak ve İran meselesinin ele alınacağı görüşmeler. Bugünlerde Vaşington’da Türkiye ile ilgili en merak edilen husus, İran’a karşı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde (BMGK) bir müeyyide kararı gündeme gelmesi durumunda Türkiye’nin ne yönde oy kullanacağı. Başbakan’ın İran’ın nükleer programı ile ilgili olarak yapmış olduğu açıklamalar ve de yabancı basına yakın geçmişte vermiş olduğu demeçler, Türkiye’nin İran’ın nükleer silahlanma programı konusunda Batılı ülkelerde duyulan endişeyi paylaşmadığı şeklinde yorumlandı. Dolayısıyla, İran’a yönelik bir BMGK kararında, Türkiye’nin kiminle birlikte hareket edeceği konusunda muhtelif yorumlar yapılmaya devam ediyor. Ankara’nın böylesi bir karar tasarısına red oyu vermesinin, başta ABD olmak üzere Batı ile ilişkilerinde derin bir yara açacağı muhakakk. Bir NATO üyesi ve ABD’nin nükleer şemsiyesinden faydalanan bir ülke olarak, Türkiye’nin İran’ı uzlaşmazlık yolunda cesaretlendirdiği şeklinde algılanabilecek bir davranış sergilemesi, ABD ile yeni bir kriz anlamına gelecektir. Öte yandan özellikle Başbakan’ın İran’ın gizli nükleer programını yok sayan demeçleri sonrasında, İran’ı cezalandırmayı amaçlayan bir tasarıya evet oyu vermesi de aynı derecede zor olacak. Dolayısıyla Başbakanı, Vaşington’da zor bir görev bekliyor. BMGK’daki oylamada Türkiye’nin çekimser kalmasının yaratacağı olumsuz tepkileri önceden gidermeye çalışmak. Türkiye açısından nükleer zirvenin başarısı ise bu açıdan ölçülecek.Sinan Ülgen: EDAM başkanı
0 Comments:
Post a Comment
<< Home