emreiseri

Sunday, April 11, 2010

Türkiye ve "Acem kılıcı": İran nükleer programında normatif ve stratejik yaklaşımlar


Doç. Dr. M. Efe ÇAMAN - Yalova Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü01/04/2010 Türkiye, İran ile Batı arasında İran nükleer programı konusunda ortaya çıkan sorunlar yumağında Batı'dan daha farklı algılamalara sahip görünüyor.
Türk hükümeti, İran'daki nükleer programı bu ülkenin nükleer enerji ve teknolojiyi elde etme hakkı olarak görürken, İran'ın nükleer silah geliştirmesi ihtimalini de ciddiye almadığı sinyallerini veriyor.
Burada Türkiye'nin bilinen çıkarları olduğu gözden kaçırılmamalı. Bunlardan birincisi, İran ile sürdürülen PKK işbirliği. İkincisi ise İran ile öncelikle doğalgaz alanında söz konusu olan potansiyel. Diğer bir somut gerekçe, Türkiye'nin İran'ı geniş yelpazede işbirliği yapılabilecek bir ülke olarak algılaması. Gerçekten İran, uluslararası toplumdan tecrit edilmiş konumuna rağmen, büyük pazarıyla, iki ülke arasında mevcut kara, demir ve havayolu bağlantılarıyla Türkiye'nin gözden çıkaramayacağı kadar önemli bir ülke. Dahası İran, Türkiye'nin komşusu bir ülke olarak, Türkiye'nin istikrarı ile bire bir ilişkilendirilmesi gereken bir bölgesel aktör. Aynı zamanda Orta Asya ve Türkiye arasında en önemli kara köprüsü. Hepsinden önemlisi tüm bu faktörlerin çatısı olan yeni Türk bölgesel politikası için ise İran hem Ortadoğu, hem Kafkaslar, hem de Orta Asya açılımlarında taşıyıcı bir sütun. Buna İran nüfusunun önemli bir bölümünü oluşturan Azeriler de eklenmeli.
İran'a atfedilen öneme istinaden Türkiye, İran'ın uluslararası toplumla mevcut en ciddi sorunu olan nükleer programı konusunda Tahran'a yardımcı olmaya çalışıyor. Buradaki temel hedef, İran'ın bölgesine ve dünyaya ekonomik olarak daha fazla entegre olması. Ancak bu yapıcı yaklaşımın bazı koşulları olmalı. Özellikle de İran'ın gerçekten nükleer silah elde etmeme yönünde bir iradesinin bulunduğu konusunda daha ikna edici ve tutarlı olması. Oysa İran yıllardır uluslararası toplumu ikna edebilecek mülayim politikalar yerine hesaplanamaz, güvenilmez ve provokatif bir politika ile agresif bir siyasi retoriği tercih ediyor. Zaman kazanma taktiği izleyerek, nükleer tesislerini ülke sathına yayıyor ve programın bazı unsurlarını şeffaflıktan uzak şekilde ilerleterek, uluslararası toplumun endişelerini ve şüphelerini artırıyor.
İran nükleer programında şüpheleri artıran bir diğer faktör ise balistik füze teknolojisinde ulaştığı seviye. İran'ın daha yüksek menzilli füzeler elde etme yönündeki çalışmalarını, nükleer programından ayrı ele almak mümkün değil. Nükleer silah elde etmiş bir İran, elinde mevcut balistik füzelere savaş başlığı takabilir. Türkiye ise bu duruma seyirci kalamaz. İran'ın balistik füze teknolojisi karşısında, Patriot sistemleri alımı ve Füze Kalkanı Projesi'ne dâhil olma gibi ihtimallerin gündeme gelmesi, İran konusu ile bağlantılı görülmeli. İran rotasını değiştirmediği takdirde Ankara'nın Tahran'a karşı önlemler almak durumunda kalacağı biliniyor. Bu durumda Türkiye, ABD ve NATO ile daha fazla işbirliğine zorlanmış, milyonlarca ABD Doları karşılığında savunma kabiliyetini artırmak zorunda kalmış olacak.
İran'ın nükleer silah opsiyonunun, ister istemez Türkiye'nin de savunma ve güvenlik politikasında önemli değişikliklere sebep olacağı biliniyor. Her şeyden önce, nükleer silahlara sahip bir İran'ın bölgesinde asimetrik bir durum yaratacağı, özellikle nükleer silahlara sahip olmayan bir Türkiye'nin güvenliğini sağlama konusunda daha fazla ABD'ye bağımlı bir dış politika izleyeceği düşünülebilir. Dahası, bu durumda Türkiye de diğer bölgesel aktörler de kendi nükleer programını geliştirmek isteyebilir. Elbette bu reaksiyona, bölgesel bir silahlanma yarışının başlayacağını gören NATO ve Batı'nın olumsuz yaklaşacağını öngörmek yanlış olmaz. Dolayısıyla İran'ın nükleer silah elde etmesi durumunda Türkiye, NATO şemsiyesinde bir güvenlik politikasına mahkûm olacaktır. Son günlerde bu olumsuz durumun Türkiye'yi giderek rahatsız etmeye başladığı gözlemleniyor. Burada en ciddi zarara, inisiyatif alan ve ayakları yere basan yeni bölgesel politikalar uğrayacak. Her ihtimalde Türkiye, müstakil bölgesel inisiyatifini devam ettiremeyecektir. İran'a karşı Batı ile güvenlik ve savunma politikalarında daha fazla ortak harekete mahkûm olacak bir Türkiye, Soğuk Savaş dönemindeki gibi bölgesel politikalarını kendi belirleyemeyen, dış politik tercihleri sınırlanmaya başlayan bir aktör konumuna düşecektir.
İran'ın nükleer programı konusunda geliştirilen stratejide en iyi ihtimalle yakın gelecekte bir kırılma beklenebilir. İran'ın tavrı, Türkiye'yi giderek bir seçime zorluyor. Türkiye, İran'ın nükleer programına karşı bir pozisyon alarak daha fazla Batılı bir dış politika izleyebilir. Bu, en azından mevcut İran politikasında bir revizyon demek olur, ki mevcut durumdaki gerçekleşmesi en yüksek olasılık bu gibi görünüyor.
Yukarıda belirtildiği gibi Türkiye, İran nükleer programına Batılı müttefiklerinden farklı yaklaşıyor. Ankara, kullandığı retorikle bunu ortaya koyuyor ve mevcut İran hedef ve tutumları ile tezat oluşturan biçimde, bu yaklaşıma sebebiyet veren politikalarında İran'a haddinden fazla anlayışlı yaklaşıyor. Ankara koşulsuz ve ilkesel olarak İran'ın nükleer kabiliyetini askerî olarak kullanmasına sert tepki göstereceğini ortaya koymaktan kaçındı. Başbakan Erdoğan, gerek Washington ziyaretinde gerekse Alman Şansölye Merkel'in Ankara ziyaretinde İran konusuna değinirken bölgede bazı başka devletlerin de nükleer silahlara sahip olduğuna dikkat çekmiştir. Gerçekten de Türk karar alıcılar, İsrail'in nükleer silahlara sahip olmasının İran'ı kışkırttığını düşünmektedir. Bu tutum aslında İran ile benzer algılara sahip olunduğu izlenimini vermekte. Kurulan bu denklemin normatif anlamda bir mantığı olsa da, stratejik boyut daha sorunlu. Türkiye'nin şu ana kadarki İran yaklaşımını incelediğimizde bu tutuma ışık tutabilecek belirli algılar tespit etmek mümkün.
Türkiye bu denklemi kurarken, dışarıda Ankara, İran nükleer programının sadece sivil değil, askerî amaçlar da taşıyabileceğini dolaylı olarak kabul ediyormuş gibi algılanıyor. Bu durumda, Türkiye'nin siyasi karar alıcılarının İran'ın nükleer güç olması ihtimalini ciddiye almadıkları ya da İran'ın deklare edilmiş resmi politikasından hareket ettikleri çıkarımında bulunmak gerekiyor. Aksi geçerli olsaydı, Türkiye İran'ın nükleer silah geliştirmesine kategorik olarak karşı çıkardı. Oysa durum böyle değil. Türkiye'nin bu söylem ile hem İsrail'in hem İran'ın askerî nükleer teknolojilerine karşı çıktığı ileri sürülebilir. Ancak, durum bu bile olsa, İran ile İsrail arasında bağlantı kurmak, İsrail'in nükleer silahlarını ortadan kaldırmayacağına göre, sadece İran'ın nükleer silah geliştirmesi hedeflerine meşruiyet kazandırabilir.
ZAMAN, İRAN'IN LEHİNE İŞLİYOR!
Ancak bu yeni algı ve yaklaşımlarda dikkate alınması gereken bazı hususlar bulunuyor. İran, kararlılıkla nükleer programını geliştirirken, uluslararası toplumun programın sivil mi askerî mi olduğu konusundaki ciddi güvenlik kaygılarını görmezden geliyor ve adeta meydan okuyarak programının hızını artırıyor. İki tarafı da keskin olan bir acem kılıcını andıran nükleer teknolojinin, sivil ve askerî amaçlarla kullanımı arasındaki çizgi çok belirsizdir. Özellikle İran'ın nükleer programındaki mevcut uluslararası hukuk yükümlülükleri ile olan uyumsuzluk, bölgede normatif bir güç olma yolunda önemli mesafe kat etmiş bulunan Türkiye tarafından görmezden gelinemez. Özellikle BM Güvenlik Konseyi üyesi olma sıfatını taşıyan Türkiye, İran politikasında bu ülkeyi uluslararası işbirliğine daha kararlı şekilde ikna etmeye çaba gösteren bir aktör olmalıdır. Aslında İran ile Batı arasında "tercümanlık yapabilecek", bölgesel aidiyeti ve yumuşak güç konumundan kaynaklanan etkisi tartışma götürmeyecek bir Türkiye'nin, mevcut sorunun çözümünde ciddi bir aktör olarak algılanma avantajı, yeni bölgesel politika konseptindeki köşe taşlarından biridir. Türkiye uzunca süredir tam da bunu yapıyor. Sorun sadece bu yaklaşımın da bir sınırının olduğunun Tahran'a anlatılamaması. Tahran'ı ikna ederek gerilimi bitirmek, İran'ın olduğu kadar Türkiye'nin de gerek dış politikasının başarısı gerekse de değinilen güvenlik politikaları riskleri bakımından yararına olacak. Unutulmaması gereken, zamanın İran lehine işlediğidir. Kritik eşik aşılmadan, nükleer programın askerî olmadığının somut garantisinin ve bunun için gerekli olan şeffaflık ile uluslararası işbirliğinin İran tarafından mutlak surette kabul edilmesi gerektiği konusunda Tahran ikna edilmeli. İran, kritik eşik aşıldığında destek olan bir komşu bulamayacağı yönünde net olarak uyarılmalı. Eğer ucunda bir yaptırım yoksa normlara uyulmayacağı gerçeği unutulmamalıdır.

0 Comments:

Post a Comment

<< Home